Bakara 29. Ayet

Huve-lleżî ḣaleka lekum mâ fi-l-ardi cemî’an śümme-stevâ ile-ssemâ-i fesevvâhunne seb’a semâvât(in)(c) vehuve bikulli şey-in ‘alîm(un)

Diyanet İşleri Meali (Yeni) “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.”


Bu ayet bir önceki ayette yer alan Allah’a kefere olmak yada Allah’a döndürülerek veya cansızlara bürünerek helak olup kaybolma olayını detaylandırıyor gibi.

Helak kelimesi bir şeyden bir şey oluşturma anlamına da geldiğinden bir şey halak olurken diğer bir şey helak oluyor gibi. Bir şey yok olmadan diğer bir şey var olmuyor. Canlıdan cansız, cansızdan canlı oluşturuluyor sanki. Allah insanı helak edince cansızlara ya da hayvanlara mı dönüştürüyor? Bir döngü var.. Varlıkla yokluk gibi. biri var olmayınca diğeri de yok oluyor ya da tam tersi. Bir şey karşıtı bir şeyi tamamen ele geçirdiğinde kendisi de yok oluyor. Zıtlık diri tutuyor. Her şey zıttı ile beraberdir.!

29. ayetteki Lekum kelimesi size veya sizin için gibi tercüme edilmiş çoğu mealde. Bu durumda; “Allah sizi helak eder yeryüzündeki her şeye” veya Allah sizin için halak eder yeryüzündeki her şeyi” gibi iki farklı anlam çıkarmak mümkün gibi.

Sonraki kısım ise sanki bir kişinin 7 ayrı gökte aynı anda var olduğuna işaret ediyor. Paralel evrende yaşıyorlar sanki ve frekansları dengeleniyor. Bu ayet bilgi seviyesi arttıkça ileride çok farklı tercüme edilebilir. 7 canlı deyimi ilginç. 7 ayrı gökte aynı anda 7 ayrı canlı gibi kıyamete kadar 49 ayrı nefis de olabilir.

O ki yeryüzündeki her şeyi size halak/helak eder ve sizi yeryüzündeki her şeye. Sonra göğe istiva eder ve onları 7 gökte beraberler, eşitleyip dengeler.Ve O hepsiyle eğitip her şeyi bildirendir.”

Bakara 28. ayet

Keyfe tekfurûne bi(A)llâhi vekuntum emvâten feahyâkum(s) śumme yumîtukum śumme yuhyîkum śumme ileyhi turce’ûn(e)

Diyanet İşleri Meali (Yeni) “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na döndürüleceksiniz.


Kuran rehberdir. Allah sanki cevabını bilmiyormuş gibi soru sorar mı? Nasıl inkar ediyorsunuz gibi tercüme doğru olabilir mi?

Peki ayet ne demek istiyor olabilir? Mevcut meallerdeki tercümeye ilaveten farklı bir anlamı daha olmalı sanki!

Tekfurune: örtmek, gizlemek, bürünmek, saklamak…. Keyfe:.. gibi, ne gibi, ne türlü. – nice: Nasıl? ne suretle, nasıl, …. gibi,

Bir önceki ayet “İşte bunlar kaybedenlerdir.” veya “helak olup kaybolanlardır” diye bitiyor. Bu ayette ise nasıl kaybedeceklerine, nasıl helak/kayıp olduklarına dair bir cevap olabilir. Sanki keferelik edenleri taş toprak gibi cansız varlıklara döndürüyor veya tamamen kendine döndürüp örtüyor/yok ediyor/kaybediyor! (Belli bir süre için mi?)

“Allah’a kefere olduğunuz gibi. Ve ölüler iken sizi diriltti, sonra sizi öldürür, sonra sizi dirilttir, sonra O’na döndürülürsünüz.”

“Racul” Kelimesi – رجال

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

رجال

Arapça رجل Racul kelimesi ayak, bacak anlamına gelmektedir,

أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا قُلِ ادْعُواْ شُرَكَاءكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلاَ تُنظِرُونِAraf 7:195

Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!

Elif harfi ilave edilerek ismi fail yapıldığında رجال olan kelime; ayakları olan, ayakları üzerine sağlam basan, insan, adam anlamına gelmektedir. Hanım veya erkek her ikisinin de ayakları olduğundan رجال kelimesinin erkek anlamına gelmesi saçmalıktır.

وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِسِيمَاهُمْ وَنَادَوْاْ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَAraf 7:46

İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A’râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size! diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. (DİB Meali)

Araf 7/46 Ayetinde geçen رِجَالٌ ricalun kelimesinin, sadece erkekleri ifade ettiği nasıl söylenebilir?

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًاAhzab 33:23

Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. (DİB Meali)

Ayetinde geçen رجال racul kelimesi ayakları üzerinde sabit duran, verdiği sözü tutarak ne yaptığını ve ne yapması gerektiğini bilen sadece erkekler midir?

Ayrıca Abdest ayeti olan Maide 5:6 ayetine de bakınız…

رجال Rical kelimesine “erkek” anlamı vermek sadece yanlış bir dogma olmayıp Kur’an’ın ifade ettiği anlamın tümüyle farklı olarak değiştirilmesidir.

راجل Racul kelimesi; mükemmel sağlam kuvvetli anlamına da gelmektedir. Bu manada رجال Rical kelimesi; cinsiyeti değil vahye uygun zihinsel, fiziksel veya sosyal olarak güçlü olan kişi veya toplumun bir kesimini ifade etmektedir.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ 

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?البقرة/Bakara 2:170 – DİB Meali

Alıntı: http://kimsin.kim/racul-kelimesi-%d8%b1%d8%ac%d8%a7%d9%84/

Nisa Suresi 34. Ayet. Kuran’da kadın dövmek var mı?

Nisa suresinin 34. ayetinde geçimsizlik durumunda ne yapılması gerektiği açıklanıyor. Bu ayeti iyi analiz edebilmek için öncelikle ayetteki eleştirilen kelimeyi Arapça karşılığı ile aktaracağız. Bu söz konusu ayetin hem ilk kısmına hem de ikinci kısmına yönelik farklı eleştiriler mevcut olduğu için biz bu cevapta yalnızca ikinci kısma odaklanacağız. (1. kısım başka paylaşımda ele alınacaktır)

ayetin (2. kısmının) meali:

”Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve nihayet onları ”darb” edin. ” (Nisa suresi 34. ayet)

Bu ayetteki darb edin kelimesi birçok mealde ”dövün/vurun” diye geçmektedir. Bunun doğru bir çeviri olup olmadığını gelin berabar analiz edelim. Öncelikle eski arapça sözlüklerinde bu kelimenin hangi anlamlara sahip olduğuna ve Kuran’da bu kelime hangi anlamlarda kullanıldığına bakalım.

-Sözlüklerdeki anlamları:

Ayette çoğu zaman vurun diye çevirilen kelimenin Arapça karşılığı ”vedribuhunne”dir ve bu kelimenin arapça kökü ”darabe” (D-R-B) fiilidir.
Türkçe karşılıkları: dövmek, vurmak, ateş etmek , çalmak/vurmak (çalgı aletini), dokunmak/tıklamak, (akrep) sokması, zorlamak, ayrılmak , terk etmek , yüz çevirmek , başka yere gitmek.[1]

Lisanu’l Arab gibi eski ve en iyi klasik Arapça sözlüklerden biri olarak bilinen sözlükte ise bu kelimenin daha da çok anlamları mevcuttur. [2] Yani oldukça zengin bir kelimeyle karşı karşıyayız.

-Kuran’daki anlamları:

Darabe kelimesi Kuran’da tam 58 defa geçmektedir. Geçen tüm anlamları ve yerleri için bkz[3]

Sözlük anlamları bunca çeşitlilik arz eden darabe kelimesinin Kuran’daki kullanımları da bu anlamların bir bölümünü içerecek şekildedir ve oldukça fazladır. Şu anlamlarda kullanıldığını görüyoruz:

Örnek vermek, isnad etmek, itelen-dirmek, perde koymak, vazgeçmek, salmak, sarkıtmak, (yol) açmak, (yol) tutmak, örtmek, (duvar) çekmek, layık olmak, çarptırılmak, düşkünleştirmek, çarpmak, sert vurmak, ölüm esnasında kafirlere eziyet etmek, vurmak, dokunmak, vurup kırmak ve yolculuğa çıkmak. [4]

Kuran’da da bu kelimenin farklı anlamlarda kullanılmış olduğunu görmüş olduk. Dolayısıyla vurmak anlamını almak gibi bir zorunluğumuz yoktur. Bu kelimenin en çok kullanılan anlamı vurmak olmakla birlikte ayrılmak gibi anlamları da mevcuttur. Peki biz böyle bir durumda hangi anlamı seçeceğiz ?

”Ali geçen gene çok attı” gibi basit bir cümlede Alinin attığı şey yalan da olabilir gol da olabilir. Biz böyle bir durumda elbette metne göre anlam çıkarırız. O kitabın yazarının neyi kast etmiş olabileceğini anlamak için en sağlıklı yöntem o cümlenin geçtiği kısıma ve de kitabın geneline bakmaktır.

Metnin bağlamına uyan bir anlam olduktan sonra uygun bir anlam seçmekte dil-bilimsel açıdan bir sakınca yoktur. Şimdi size Nisa suresinin 34. ayetine en uygun ve mantıklı anlamın ”ayrılmak” olduğunu ve dövmek gibi bir anlamın neden tutarsız olduğunu birçok argümanla göstermek istiyoruz.

1. Argüman:

Dövme anlamını vermedeki sorunlardan biri ”dövme” eyleminin müteşabih (farklı yorumlanabilecek) bir hüküm olmasıdır. Hükümlerin müteşabih olması mantıklı değildir. Hükümde bir belirsizlik olamaz. İnsan vurun deyince ne anlamalı ki ? ne kadar ve nasıl soruları doğurur bu hüküm. Kadına tokat atmak da dövmektir kadını komalık yapmakta. Peki biz dövmekten ne anlayacağız ? Halbuki kurandaki başka cezalarda mutlak bir ölçü verilmiştir. Mesela Kur’an (herkesin görebileceği bir yerde) zina yapan kişiye yüz sopa vurun der. Eğer dövmek kast edilmiş olsaydı ”10 tane tokat vurun” tarzı bir ifade geçmesi beklenmez miydi ?

2. Argüman:
Dövme anlamını vermenin Kur’an geneline uymaması.

Ahzab suresinin 28. ayetinde şöyle yazıyor: ”Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.”

Görüldüğü gibi burda peygamberden (en yüksek otorite sahibi olmasına rağmen) itaat etmeyen eşlerini dövmesi, onlara vurması değil; onlardan ayrılması istenmektedir. Ve üstelik bunun da güzellikle yapılması isteniyor.
Yine bir başka ayette şöyle yazmaktadır: ”Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir.” (Bakara suresi 229. ayet)

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere hem boşanmama durumunda hem de boşanma durumunda bunun güzel bir şekilde yapılması şart koşuluyor. Bu da yine dövme düşüncesine terstir.

Bunun dışında genel anlamda eşlere iyi davranılması gerektiğini vurgulayan ayetler de vardır:

”Ey inananlar, eşleriniz ve çocuklarınız size düşman olabilirler. Öyleyse onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü davranır ve bağışlarsanız, elbette ALLAH da Bağışlayandır, Rahimdir.” (Tegabun suresi 14. ayet)
“Kadınlarla iyi geçinin.” (Nisâ suresi 19. ayet)

3. Argüman:

Yapılması gerekenler sıralamasındaki tutarsızlık. Darabe kelimesi ”dövmek” şeklinde anlamlandırılınca konu, içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Çünkü ilk iki uygulama öğüt vermek ve yatakta ayrılmak olunca üçüncüsünün dayak olması anlaşılabilir bir şey değildir.

Şimdi düşünelim! Eşler arasında geçimsizlik başlıyor ve daha sonra oturup konuşmalarına rağmen anlaşamıyorlar ve ayrı yaşamaya başlıyorlar. Şimdi, bundan sonra, sorunun çözümü için 3. ve son aşama, acaba ne olabilir? Erkeğin eve gelip karısını dövmesi mi; yoksa, anlaşamayan çiftin ayrılmaları mı?

4. Argüman:

Ayrılmak manasının bir ayet sonrasıyla güzel bir uyum içerisinde olması Nisa 34’ten hemen bir sonraki ayet (Nisa 35) “Ve in hiftum şikaka beynihima…” yani “Şayet o ikisinin (karı-koca) arasının yarılmasından/açılmasından/ayrılmasından korkarsanız…” şeklinde başlamaktadır. Bu durum, bir önceki ayette bir ayrılıktan bahsedildiği görüşünü destekleyici niteliktedir.

Peki ”dövün” yorumunun kaynağı nedir ?
Biz bu konuyu sadece ”dövün diye bir şey yoktur” diye geçiştirmektense kaynağını da vermek ve açıklamak istiyoruz. Aklınıza muhtemelen ”Dövün diye yorumlayan onca islam alimi Arapça bilmiyor muydu?” diye bir soru gelmiştir. Aslında dövün yorumunun temel kaynağı Arapça değildir. Birçok tefsirci ve mealci Kur’an merkezli bir yaklaşıma sahip olmadıkları için ayeti yorumlarken bazı rivayetlerdeki ”dövün” emrini baz almışlardır. Ne yazık ki önce Kur’an sonra rivayetler gibi bir yaklaşıma gidilmemiştir. Yukardaki açıklamamızda da görmüş olduğunuz gibi Kuran’dan ”dövün” gibi bir yorum asla çıkmamaktadır.

“Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz” diye bir rivayet vardır. Bu rivayet ne Kur’an ile ne de diğer hadislerle kesinlikle uyuşmamaktadır ve asla peygamberin ağzından çıkmış olamaz. Bu rivayet doğru varsayıldığı için bazıları tarafından nisa 34’teki kelime seçimi ona göre yapılıyor.

Böyle bir rivayeti doğru diye kabul etmek bizi içinden çıkılmaz bir duruma sokacaktır çünkü söz konusu rivayet hem Kur’an ile çelişkiye yol açacaktır hem de şu hadislerle:

“Karılarını dövenler hayırlılarınız değildir. Akşam bir yatağı paylaşacağınız eşlerinizi nasıl hayvanlar gibi dövebiliyorsunuz?!.”[5]

”Resûlullah hiçbir hizmetçisini ve hiçbir hanımını dövmemiştir” [6]

5. Argüman:

Hafifce dövmenin anlamsızlığı.

Gelenekte çoğu alim tarafından bu ayet dayak anlamında değil de hafifce vurmak anlamında yorumlanmıştır. Bu hafifce vurmanın yine iki temeli vardır. Biri Arapçada dayak için alternatif ve daha iyi kelimeler varken o kelimelerin kullanılmaması. Mesela Kuran’da darabe kelimesi Hz. Musanın asasını denize dokundurması anlamında da kullanılmaktadır. Burdan bunun zaten sert vurma olamayacağı yorumuna gitmek mümkündür. Bir başka temeli de yine rivayetlere dayanmaktadır. Darabe kelimesinin ibni abbas tarafından peygambere sorulduğu ve bunun sanki bir misvakla vurmak gibi olduğu rivayet edilir.[7]

Peki şimdi sorabiliriz. Bu nerdeyse sembolik olan vurmanın ne gibi bir anlamı olabilir ki ? Zaten geçinemeyen eşlerin birbirinden ayrılması mı daha iyi bir açıklamadır yoksa kocasının eşine hafifce dokunması mı ?

Sonuç
İslam’da kadınların dövülmesi diye bir şey kesinlikle yoktur. Nisa suresinin 34. ayetinde genelde ”vurun” diye yorumlanan darabe fiiline vurma anlamı verilemeyeceğini birçok argümanla gösterdik. Biz bu cevapta aklı veya mantığı değil de öncelikle metni merkeze aldık. Kuran’ı sırf birilerine güzel göstermek için herhangi bir çarpıtmaya gitmedik.

”Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için işaretler vardır.” (Rum suresi 21. ayet)

Alıntı: https://www.gizlimabet.com/konular/kuranda-gecen-vadribu-hunne.24919/

Nisa Suresi 89. Ayet. Allah yolunda hicret nedir?

Nisa suresi 89. Ayet: Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse (Elmalılı Hamdi Yazır) /size düşmanlığa başlarlarsa, onları tutun/ yakalayın ve nerede bulursanız, öldürünüz. Onlardan ne dost ne de yardımcı edininiz. (İsmail Yakıt)

Nisa suresi 90. ayet: Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir. (Diyanet Vakfı)

Allah yolunda kim hicret eder? Allah yolunda hicret nedir? Allah yolunda hicret, inanmış olmasa dahi bir kişinin gerçeği örtmemesi, yalan ve iftirada bulunmaması, zalimlik yapmaması kısaca iyi dürüst bir insan olması mıdır?

Öldürülmeleri istenen kişiler ise hem Allah yolunda hicret etmeyen (gerçeği örten ve her türlü kötü işi yapan) ve hem de Allah yolunda olanlara savaş açanlar mıdır?

Nisa suresi 89 ve 90. Ayete göre, bir inancı olmasa dahi Allah’ın uygun gördüğü işleri yapan ( Allah yolunda hicret eden) kişiler ve Allah yolunda hicret etmemiş dahi olsa savaşmak istemedikleri için sığınan kimseler dost edinilebilir mi?

Bakara Suresi 260. Ayet Meali ve Tefsiri

Bakara 260. Ayet: Hani İbrahim Rabbine, “Ey Rabbim! Bana ölüleri nasıl diriltiyorsun göster!” demişti. O da ona, “Yoksa inanmıyor musun?” diye sormuştu. O da: “Bilakis! Bunu kalbimin mutmain/emin olması için (istiyorum)” diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah: O hâlde dört tane kuş al, onları kendine alıştırdıktan sonra onlardan her birini [cuz’en] bir dağa bırak, sonra onları kendine çağır, sana uçarak [sa’yen] gelirler. Bil ki Allah Azîz’dir, Hakîm’dir. (İsmail Yakıt)

Hz. İbrahim deneni yaptı. Kuşları buldu eğitti ve diğer kuşlardan onları ayırt edecek şekilde onları iyice tanıdı ve onları ayrı ayrı bir dağa bıraktı. Sabah olunca rüyasındaki Allah ile bu konuşmasını ve kuşları eğitip dağlara bırakmasını hatırladı. Kuşları çağırdı. Kendisine gelen kuşlar rüyasında eğittiği kuşlar idi. (Kurgudur)  

Aksi halde; meallerin tamamına yakınında yer alan Dört kuş tutup eğitmek onları öldürüp dağlara dağıtmak gibi meşakkatli bir süreç yerine Allah. “Ölü bir kuş bul, parçala, yan odaya koy, sonra gir ve bak” gibi daha kolay bir şey yapmasını isteyemez miydi?

Bakara 72 ve 73. ayetler! Onun bir parçası ile ona vurun ayeti.

Bakara Suresi 72. Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bakara Suresi 73. “Ona, bir parçasıyla vurun” dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve akıl edesiniz diye size âyetlerini gösterir. (Ümit Şimşek)

Bazı tefsirlerde kişinin ölmediği bayıldığı ve kendisine vurulunca ayılıp gerçeği söylediği belirtiliyor. Allah 72. ayette doğrudan öldürmüştünüz diyor, bayılmıştı demek ayete aykırı değil mi?

Bazı tefsirlerde ise kişinin gerçekten dirilip katilini söylediği belirtiliyor. Bu durumda dirilen kişi yaşadığı sürece peygamber gibi olur çünkü ölüp dirilmiş, Allah’ın ölüleri dirilttiğine bizzat şahit olmuştur. Ayrıca ölünün dirildiğini görenler için de aynı durum söz konusudur. Bu durumda ölünün dirildiğini gözüyle görenler için bir imtihan dünyasından bahsedilebilir mi? Artık her şey Allah’a götürülmüş olmaz mı?

Kimi tefsirciler ise ölüye vururken katilin panikleyeceği, gergin olacağı ve bu nedenle tanınacağını belirtmişlerdir. Lakin böyle bir durum herkesi ikna eder mi?

73. ayete sığır, düve kesin ve onun parçasıyla vurun gibi meal verenler de vardır lakin ayette sığır veya düve geçmez.

Peki katil nasıl bulunmuş olabilir?

  • Allah doğrudan ya da melek aracılığıyla KİME “Ona, bir parçasıyla vurun” demiştir? Allah’ın meydanda tüm halka böyle bir şey demesi veya tüm halkın Allah’tan ayet alması çok zayıf bir ihtimal değil mi?
  • O vakit Allah’ın bu emri bir peygambere bildirmiş olması daha muhtemeldir. (Bazı tefsirlerde bu kişinin Hz Musa olduğu rivayet edilmektedir.
  • Katilin kim olduğunu kim bilir? Allah ve Allah’tan ayet alan peygamberi bilir.

Bunun üzerine peygamber tüm halkı bir yere toplar. Şüphelileri kendilerini duyamayacağı bir yere gönderir. Yanında bulunan halka şöyle der:

  • Allah bana buyurdu ki: “Ona, bir parçasıyla vurun” “Kim ona sağ ayak çarığının astarı ile onun sol dizine vurursa katil odur.”

Sonra zanlıları tekrar çağırırlar. Ve peygamber zanlılara der ki;

  • Şimdi sırayla yerde yatan ölünün yanına gidin. “Ona, bir parçasıyla vurun!”

O’na, bir parçasıyla vurmanın binlerce farklı şekli var iken bu kadar olasılık arasında bir katil zanlısı yukarıda belirtildiği şekilde O’na vurursa ne olur???

Not: Kurgudur

What is Salat/Salvation?

Salvation/Salat can be defined as the highest good for the total human community.

Salvation/Salat is a source or means of being saved from harm, ruin, or loss.

It is deliverance from sin and its consequences.

It also means recovery, peace, being rescued, liberation and everything required to keep up salvation such as consultation, support, science, education, health, security is also related to salvation.

					

Bakara 259. Ayette 100 yıl sonra sonra yeniden diriltilen kişi nasıl diğer insanlar için bir delil(ayet) olabilir?

Bakara 259. Ayet Meali:Yahut o kimse gibidir ki çatıları çökmüş, üstüne duvarları yıkılmış viran bir şehire uğradı.
-“Allah buranın ölümünden sonra bunu nereden diriltecek?” dedi.
Derken, Allah onu yüz sene ölü halde bıraktı. Sonra onu yeniden diriltti: -“Ne kadar kaldın?” diye sordu.
– “Bir gün yahut günün bir kısmı kaldım” dedi.
-“Hayır, yüz sene kaldın!
Bozulmamış yiyeceğine ve içeceğine bak!
Eşeğine de bak!
Seni İnsanlar’a âyet kılalım!
Kemikler’e de bak!
Nasıl onları birbirinin üzerine (ayağa) kaldırıyoruz; yine et giydiriyoruz?”.
Ona açıkça belli olduğunda:
-“Biliyorum ki Allah, her şeye kadîrdir / güç yetirendir” dedi.
(Mahmut Özdemir)

Ölüp yeniden diriltilen ayetteki kişi Allah’ın ölüleri yeniden dirilttiğine tanık olmuştur. Ancak ayette bu olayın diğer insanlara delil(ayet) olacağı belirtilmiştir. Peki diğer insanlar için bu olay nasıl kanıt/delil olur ki bu insanlar da Allah’ın ölüleri dirilttiğine ikna olsunlar? Ayette geçen olay aşağıda yazılan senaryoya benzer bir şekilde gerçekleşmiş ise diğer insanlar da ikna olmuş olabilir.

Ayetteki kişi varmış olduğu harap kentte eşeği ile birlikte harap bir yapının içine girer. Adam üşüdüğünden ısınmak için tandırı yakar. Tandırın başında oturup Allah’ın bu yeri nasıl yeniden dirilteceğini düşünürken uyuyup ölür. Bir kuş tandırın bacasının kenarına bir ağaç tohumu düşürür. İçeri girdikleri giriş zamanla kapanıp toprak altında kalır. Bacanın olduğu yerde bir ağaç kök salar. Sonradan insanlar harabe yerin üzerine bir tapınak inşa ederler. Tapınağın avlusunda kalan o ağaca dokunmazlar. 100 yıl sonra ağaç kurur. Ağacı kesenler ağacın 100 yıllık olduğunu tahmin ederler. Ağaç kökünün söküleceği esnada alttan bir ses duyarlar. Kökü söktüklerinde içeride bir kişinin ve bir eşeğin olduğunu görürler. Ve dışarıdan hiçbir girişi olmayan bu oda içerisindeki kişinin yanında içecek ve domates, elma gibi taze yiyecekleri vardır. Orada olanlar için bu gördükleri, tanık oldukları şey Allah tarafından bir delil (Ayet) niteliğindedir.

Ayette 100 yıl ölü kalan kişinin Allah ile konuşması, eşeğinin ve kendisinin kemiklerinin toplandığını ve et giydirildiğini görmesi bu dünyada olmayabilir. “Ona açıkca belli olduğunda” yani uyanıp meyve ve içeceklerinin taze olduğunu, dışarı çıktığında şehrin yeninden ihya edildiğini gördüğünde ve 100 yıl ölü kaldığını ve bu olayın detayına rüya gibi de olsa Allah katında tanık olduğunu fark edince “Biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” demiştir. Yoksa Allah ile konuşma anında dese “Allah” diye değil, “Alahım sen her şeye kadirsin” şeklinde doğrudan hitapda bulunurdu.

Kısaca o kişi ayette söylediği;

“Bir gün yahut günün bir kısmı kaldım” cümlesini Allah katında, -“Biliyorum ki Allah, her şeye kadîrdir / güç yetirendir” cümlesini ise bu dünyada söylemiştir.

Zaten ayette kemikler denirken eşeğin mi yoksa onun mu kemikleri olduğu belirtilmemiştir. Olaya tanık olmanın bu dünyada gerçekleştiğinden hareket edildiğinde doğal olarak ayette belirtilen kemikler parantez içinde eşeğe bağlanmıştır. Lakin olaya tanık olmanın bedene Ruh girene kadar Allah katında olması durumunda o kişi hem kendisinin hem de eşeğinin kemiklerinin toplandığını ve et giydirildiğini görmesi mümkündür.

How can a person who is resurrected after 100 years in verse 259 of Baqarah be a proof (verse) for other people?
The person in the verse enters a ruined building with his donkey in the devastated city he has arrived at. Since the man is cold, he lights a tandoor to warm up. While sitting by the tandoor thinking about how Allah will resurrect this place, he falls asleep and dies. A bird drops a tree seed on the edge of the tandoor chimney. The entrance they enter is closed over time and remains under the ground. A tree takes root where the chimney is. Later, people build a temple on the ruined ground. They did not touch that tree that remained in the courtyard of the temple. After 100 years, the tree dries up. Those who cut the tree estimate that the tree is 100 years old. While the tree root is being removed, they hear a sound from below. When they uprooted, they saw that there was a person and a donkey inside. And the person in this room, which has no entrance from the outside, has a drink and fresh food such as tomatoes and apples. For those who were there, what they saw and witnessed is a proof (verse) from Allah.